30 Nisan 2011 Cumartesi

Osmanlı Kadın Sultanları Resimleri
















Osmanlı Kadınlarının Güzellik Sırları

Saraydakilerin bir numaralı güzellik sırrı temizlikti. Hamam kültürü bu sebeple gelişmiş. Banyoda mutlaka keselenirlerdi ve keselenmek de en doğal peeling’dir
Temizlikte sabun en önemli ürün. Bu sebeple çok büyük bir sabun sektörü vardı. Saraya da en kaliteli sabunlar gelirdi ve bunlara eritilip kullanacak kişinin zevkine göre gül veya meyve şekilleri veriliyordu. Saraylıların sabunları mutlaka kokulu olurdu.
Saçlar sabunla yıkandığı zaman sertleşir. Bunun için yumuşatıcı olarak hatmi ve ebegümeci kullanmışlar. Bu bitkileri kaynatınca kıvamlı bir su oluşur. İşte o kıvamlı su bugünkü saç kremlerinden daha etkili. Saraya kilolarca kurutulmuş hatmi ve ebegümeci gelirdi.
Saç ve cilt bakımında kili çok kullanmışlar. Kildanlıkların içine önce kili sonra da suyu koyarlarmış. Kil aşağıya çökünce, üstündeki suyu kullanırlardı. Bu suyun yumuşatıcı ve saçı-deriyi besleyici etkisi vardır.








Cilt bakımında yağları çok kullanmışlar. Çünkü keselenip, ölü deriyi attıktan sonra dışarı çıkılırsa cilt çabuk buruşur. Bu yüzden banyodan sonra ince bir tabaka yağ cilde sürülürdü. Böylelikle dış etkenlerden korunurdu.
El, ayak ve tırnak bakımı da çok önemliydi. Bunun için susam veya zeytinyağı çok kullanırlar. Ama bunları bitkilerle birlikte kullanırlardı. Özellikle gül yağı tercih edilirdi. Bu da şöyle elde edilirdi; kokulu gül yaprakları zeytinyağı ya da susam yağı içinde bekletilir. Sonra süzerek elde edilen yağ, cilde çok faydalıdır.
Osmanlı saraylarında tonlarca gül suyu kullanılıyordu. Çünkü gül suyu yüzü temizler, cildi nemlendirir, kırışıklıkları giderir. Hafif ve huzur veren kokusu vardır. Cilt hastalıklarına ve yaralara iyi gelir. Hatta Osmanlı gül yağını ruh hastalıklarının tedavisinde kullanmış. İbn-i Sina’nın bile gül yağı kullandığı söyleniyor. Gül macunu ve şerbeti hazımsızlığa iyi gelir. Bu şerbet, bal ve gül suyu karıştırılarak elde edilirdi.
Osmanlı sarayında kokular çok önemlidir. Hatta hekimler kokuyla tedavi bile yapıyor. Değişik kokuların insanları ruhen ve bedenen nasıl tedavi edeceğini çok iyi bilirlerdi. Çok güzel parfümler elde ederler. Alkolsüzdür bunlar. Özellikle baharda buhur günleri yaparlardı. Sabahlara kadar kazanlar kaynar güzel kokular elde edilirdi. Çok güzel parfüm şişeleri vardı. Bizim güllüabdan dediğimiz harikulade şişerler kullanılırdı. Üstü mücevherlerle süslenirdi, en kötüsü gümüşten olurdu. Koku üreticileri hayal edemeyeceğiniz kadar çok para kazanırlardı. Saray en çok misk ve amber kokardı.











En önemli güzellik sırlarından biri de limondu. El ve yüzleri için beyazlatıcı olarak kullanılırdı. Limon antiseptiktir ve içinde şeker vardır, yüzü besler, gerginleştirir ve yaraları iyileştirir. Osmanlı’da çok önemli iki estetik kaygı vardı. Ciltlerinin beyaz, saçlarının siyah olması makbuldü. Açık renk saç sevilmiyordu. Beyaz ten ise güzellik demekti. Güzellik ve genç kalmak için yemelerine çok dikkat ederlerdi. Zaten kesinlikle çok yemezlerdi. Özellikle ilkbaharda çok az yenilir, yenilenler de bağırsakları ve kanı temizleyecek sebzeler olurdu. Mesela kiraz kanı temizlediği için çok yeniyordu. İlkbaharda müshil ya da tuzlalardaki tuzlu sular içilerek bağırsaklar temizleniyordu.



Osmanlı Sultan Gelinlikleri

Kendine has özellikleri olan Osmanlı gelinlikleri nasıldı?Eskiden gelinlik anlayışı günümüzden biraz farklı.Osmanlı geleneği bağlı olarak simli, pullu, işli giysiler ayıp sayıldığından genç kızlar, genellikle sade elbiseler giyerlerdi.
Giyim, insanların tabiat şartlarından korunmak amacıyla örtünme ihtiyacından doğmuştur. Başlangıçta basit bir şekil sergileyen örtünme, insanların gelenekleri ve ferdî zevklerinin sonucu gelişmiştir.
Türk giyim ve kuşamı; uzun geçmişi, yayıldığı geniş coğrafî alanı, kültür etkileşimi ve inanç sistemlerinin etkisi ile oluştu. Bu değişim içerisinde tüm dönemlerde kadının en önemli tören giysisi, hiç kuşkusuz gelinlik oldu. Gelinlik için seçilen model, renk, kumaş değişse de amaç hep aynı kaldı.
Osmanlı geleneği gereği, simli, pullu, işli giysiler, ayıp sayıldığından genç kızlar, genellikle sade elbiseler giyerdi. Kadınların süslü giyinebilmelerinin yolu; evlilikle başladığından, ilk gösterişli elbise olan gelinlik, her zaman önemli bir giysi oldu ve gelinin diğer kadınlardan farklılığını belirtmesi açısından da önemsendi. Gelini diğer kadınlardan farklı kılan, gelinliğin yanı sıra gelinliği tamamlayıcı gelin başı, duvağı ve aksesuarlarıydı.
Dönem modasını yansıtan çok pahalı kumaşlardan yapılan gelinlikler, gösterişli ve süslüydü. Saray, hanedanlık rengi olarak kırmızı rengi benimserken, halk kırmızının yanı sıra mor, mavi, pembe gibi canlı renkleri tercih ediyordu. Gelinin yüzünü örten duvak, kırmızı idi. 1870’lerden sonra Batı etkisiyle daha açık renkte gelinlikler giyilmeye başlandı. Beyaz kumaştan gelinliği, ilk kez 1898′de Kemalettin Paşa ile evlenen II. Abdülhamit’in kızı Naime Sultan giydi. Sarayda başlayan ve zamanla yaygınlaşan beyaz gelinlik, 20. yüzyılda vazgeçilmez oldu.Osmanlı devrine ait kadın giyimi ve gelinliği, yaşanılan hayat tarzına paralel saray, şehir ve kırsal kesim gibi grupların kendilerine özgü kuralları, gelenek ve göreneklerine göre kullanılan değişik boya, dokuma, ışleme ve modellerle zenginleşti.

                                                                    




Osmanlılarda düğünün kaç gün süreceği, evlenenlerin sosyal statülerine göre değişim göstermekteydi. Düğünün her gününde farklı bir kıyafet giyilirdi. Kına gecesinde ve gerdek günü için farklı kıyafetler, gerdek ertesinde ise, ‘paçalık’ tabir edilen bir kıyafet giyilirdi.Kadınların başlıca giyim eşyaları; şalvar, hırka, gömlek, entari ve kaftanlardı. Şalvarla giyilen entariler, Türk kadın giyiminin en eski örneklerini teşkil eder. Peşli entari, belden aşağı doğru etek kısımları genişletilerek biçimlenir. 18. yüzyıl başlarından itibaren bu entarilerin yaka açıklığı, kol kesimi, etek boyu, elbisenin bedene oturması gibi model değişiklikleri, 19. yüzyıl ortalarına kadar etkili oldu.19. yüzyılın başlarında üç etek ve dört etek denilen modeller, gözde oldu. Üç etekler; yanları yırtmaçlı, önü açık, belden birkaç adet düğmeli, boyu yere kadar olan entarilerdir. Üç etek, 1875′lere kadar etkiliydi ve kırsal kesimlerde 20. yüzyıla kadar kullanıldı. 1867′de Sultan Abdülaziz’in Avrupa seyahati dönüşünden sonra üç etek ve şalvarlara gençlerin rağbeti azaldı, iki etek entari modası görülmeye ve Batı modasının etkisi hissedilmeye başlandı.Entarilerin dört peşli, dolama, topuk döven, kumru yaka, hâkim yaka, çantalı, kutu içi gibi değişik adlarla anılanları vardı.
Bu entarilerden sadeleri günlük, ağır işlemelileri düğün, tören kıyafetleri ve gelinlik olarak kullanılırdı. Bu entariler; umumiyetle kadifeden yapılmış, baştan geçmeli, beden kısmı vücuda göre olan uzun giysilerdir.Yakası yuvarlak ve önü bele kadar açıktır. Yakanın açığından, içe giyilen helâli gömlek görünür. Bu entari ile başa krep veya yemeni örtülür, bele gümüş kemer takılır.19. yüzyılın başlarında çoğunlukla mor ve bordo kadifeden yapılan, üzerine dival işi tekniğinde sırma ile çeşitli bitki motifleri işlenen ve “bindallı” adı verilen elbiseler, gelinlik ve tören kıyafeti olarak tercih edildi. Kırsal kesimde, aynı tarz işleme ve kumaşlar kullanılarak şalvar, ceket olarak giyilir.
                                                              



                                                 

Saraylı Kadın Giysileri

Saray giysilerinin ihti amı Osmanlı’nın zenginliğini, kudretini yansıtmaktadır. Bütün zamanını haremde geçiren ve hiyerar ik düzen içinde ya amak zorunda olan saraylı kadınların giysileri, halkın giysisinden daha özenlidir. Sarayda giyim-ku ama son derece önem verilir, özel olarak dokunmu kaliteli kuma lardan dikilmi giysiler giyilirdi. Saray kadınlarının kalite arayı ları dokumacılığın geliş mesini de önemli ölçüde etkilemi tir. Görkemli giyecekler kemha (brokar), kadife, çatma (bir kadife türü), seraser (altın ve gümü ala ımlı telle dokunmu ipekli kuma ), diba, atlas, canfes,tafta,vala,çuha,sof ve al gibi kumaşlarla oluşturulurdu.                                






Saray giysilerinin ihti amı Osmanlı’nın zenginliğini, kudretini yansıtmaktadır. Bütün zamanını haremde geçiren ve hiyerarşik düzen içinde ya amak zorunda olan saraylı kadınların giysileri, halkın giysisinden daha özenlidir. Sarayda giyim kuşama son derece önem verilir, özel olarak dokunmu kaliteli kumaşlardan dikilmi giysiler giyilirdi. Saray kadınlarının kalite arayışları dokumacılığın gelişmesini de önemli ölçüde etkilemiştir. Görkemli giyecekler kemha (brokar), kadife, çatma (bir kadife türü), seraser (altın ve gümüş alaşımlı telle dokunmu ipekli kumaş), diba, atlas, canfes, tafta, vala, çuha, sof ve al gibi kumaşlarla oluşturulurdu. 15. yüzyılda Osmanlı sarayı, başkent  İstanbul’un giyim kuşamını yönlendiren bir merkez konumundaydı.  İstanbullular gösterişli, pahalı kıyafetler giyerken, Anadolu ve Rumeli’nin köylerinde, kasabalarında halk sade kumaşlar ve süsten uzak kıyafetler kullanıyordu. Osmanlı kıyafetlerinin en önemli özelliği bol dökümlü, örtülü ve uzun olmalarıdır. Kadınlar şalvar, hırka, gömlek, entari; erkekler şalvar ve çarık giyerlerdi. Her meslek grubunun kendine ait bir kıyafeti bulunuyordu. İmparatorluk her türlü sanat ve zanaatta olduğu gibi giyim kuşamda da 16. yüzyılda en yüksek düzeyine ulaşmıştır. 17. yüzyılda imparatorluğun ekonomik durumuna paralel olarak dokumaların kalitesi de düşmeye başlamıştır. 16. yüzyıl başlarından itibaren kadınlar sokak kıyafeti olarak ferace, yaşmak ve peçeyi kullanmışlardır. Kışın yünlü, yazın ipekli kuma lardan yapılan feraceler kolları ve bedeni bol, önden açık ve yere kadar inen bir giysi türüydü. 






13 Nisan 2011 Çarşamba

Osmanlı Kadın Sultanlarının Bilinmeyen Yanları

Hayırda yarışın en kadıncası: Hürrem Sultan

Kanuni Sultan Süleyman'ın sevgili eşi Hürrem Sultan, genelde tarihçilerimiz tarafından lanetlenmekle birlikte müthiş bir hayır eseri tutkunudur. Mimar Sinan’a cami, medrese, şifahane, hamam, kervansaray ve su tesislerini de içeren Haseki Külliyesi’ni o yaptırmıştır.

Ayasofya’nın karşısındaki Çifte Hamam da bir Hürrem Sultan hayrıdır. Manisa ve Haseki Darüşşifaları ise onun adına kurulmuştur.




Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan

Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan’ın Edirne kapı ve Üsküdar'da olmak üzere iki külliyesi vardır. Bunlar şimdiki vapur iskelesinin hemen karşısında yer almaktadır.

Mihrimah Sultan, bu eserleri, 1548 yılında cep harçlığını biriktirerek ve babasından borç alarak yaptırmıştır. Hayır eseri vücuda getirmeye böylesine tutkundur. Bir cami, bir medrese, türbe, sübyan mektebi, han, imarethane ve tab haneden (misafirhane) oluşan bu muazzam külliye Mimar Sinan'ın eseridir.




5. Muratın kızı Fehime Sultan
Fehime Sultan, uzun yıllar göz hapsinde tutulmuş bir hanedan mensubu. Babası 5. Murat´la birlikte neredeyse hiç rahat yüzü görmemiş. Çırağan Sarayı´nda adeta bir zindan hayatı yaşamış. Hanedanlık kaldırılınca Osmanlı topraklarını terk etmek zorunda kalmış ve Nice´e yerleşmiş. Fehime Sultan´ın sürgün yıllarına ´sefalet´ damgasını vurmuş. Kocası tarafından terk edilmiş. Narin bedeni gurbette çektiği sıkıntılara daha fazla dayanamamış. Vereme yakalanmış. Yanından hiç ayrılmayan dadısı, ilaç almak için geceleri Nice sokaklarında dilenirmiş. Dört yıl boyunca hastalıkla boğuşan Sultan, öldüğünde bilinmeyen bir yere gömülmüş.

 Pertevniyal Sultan
2. Mahmut'un zevcesi Pertevniyal Sultan köpek ve kedilerin hadım edilmesine karşıydı... Devrin şehremanetileri sokak köpeklerini toplayıp hıfzıssıhha maksadıyla Hayırsız Ada'ya götürüp attığı gece sabahlara kadar ağlamış "başımıza uğursuzluk gelecek" düşüncesiyle bu adamları ölünceye kadar kınamıştır... Valide Sultan'ın emriyle her gün ikindi namazını müteakip Kumkapı civarındaki kedilere asmalarla ciğer ve işkembe azığı çıkarılırdı. Yine Eyüp'te göç vaktine kadar hizmetleri görülecek "Hacı Leylekler" için kurulmuş, kuş sarayları da O'nun adetlerindendi.

4 Nisan 2011 Pazartesi

Kösem SULTAN

Aklı ve zekası, güzelliği, hayrat ve hasenatı ile meşhur, saliha, temiz bir hanım olan Kösem Mahpeyker Haseki, 28 yaşında saltanat vekili oldu. Kimilerine göre Moralı ortadoks bir rahibin kızı Anastasya, kimilerine göre de Bosnalı ve Osmanlı Devleti'nin saltanat vekili Mahpeyker Valide Sultanıydı. Daha hasekiliği zamanında kendisine Kösem (süsüler önünde, rehber olarak giden) denilmişti.

I. Ahmet'in dikkatini çekmeyi başaran Kösem Sultan, kısa sürede kendinden kıdemli hasekilerin önüne geçer, sarayın en güçlü kadını olur. Murad, Süleyman, İbrahim ve Kasım adlı şehzadeler ile Ayşe ve Fatma sultanları dünyaya getirir.

Çok şevkatli olan Mahpeyker Sultan, çevresindeki fakirlere bir daha kimseye muhtaç kalmayacak şekilde yardım etmiştir. Her sene Recep-i Şerif ayında kıyafet değiştirip hapishanelere gider, borç yüzünden hapse düşenlerin borçlarını ödeyerek onları hapisten kurtarmıştır. Katiller hariç bütün mahkumlara yardım elini uzatmıştır.

Yaptırdığı hayır işlerinin başında Üsküdar Çinili Camii, Boğaziçi'nde Anadolu Kavağı, Sultan Selim civarında Valide Medresesi Mescidi'ni yaptırdı. Mekke ve Medine'deki fakirlere de yardımlarda bulunmuştur.

Osmanlı tarihinde oğulları IV. Murad ve İbrahim ile torunu IV. Mehmed döneminde uzun yıllar devlet idaresini ele almıştır.


I. Ahmet döneminde siyasi işlere fazla karışmayan Kösem Sultan, yine de çoğu zaman sözünü yerine getirtmiştir. I.Mustafa'nın 2. saltanat döneminde tahttan indirilmesinde önemli etkisi olur. Ve oğlu IV: Murat'ın tahta çıkması ile Kösem Sultan, Valide Sultan olarak Topkapı sarayı'na yerleşir. IV. Murat'ın 11 yaşında olması iktidar hırsı olan Kösem Valide Sultan için bulunmaz bir nimet olur. Padişahın yaşının küçük olduğunu bahane ederek devleti perde arkasından yönetmeye başlar.

Mahpeyker Kösem Sultan'ın büyük nüfus ve iktidarı, IV. Murad'ın idareyi tam olarak eline almasına kadar sürmüştür. IV. Murad, idareyi tam olarak eline alınca da uzun süre etkisi altında kaldığı annesinin fikirlerine genel olarak kıymet vermeye devam etmiştir. IV. Murad'ın Kasım ve Süleyman'ı katlettirmesine engel olamayan Kösem Sultan, İbrahim'i ise aciz ve saltanat sürme iktidarından yoksun olduğunu ileri sürerek koruyabilmiştir.

IV. Murad ölümce, padişahın öldüğü haberi İbrahim'e verilir. Ancak son üç yılında her an öldürülme korkusuyla yaşayan Sultan İbrahim, bunun bir oyun olduğunu düşünerek tahtta gözü olmadığını söyleyip, ağabeyinin sağlığını diler. bunu üzerine Kösem Sultan, korkudan kapısını kilitleyen İbrahim'in odasına gelerek ona padişahın öldüğünü, tahta geçme sırasının kendisine geldiğini söyler. Sultan İbrahim zoraki odasından çıkarılır.

IV. Murad'ın ölümünden sonra Osmanlı başkentinde yeni bir çekişme başlar. Kapıkulu, vezirler, ulema ve saray erkanı iktidarda daha fazla söz sahibi olmanın mücadelesini verirler. IV. Murad ve Sultan İbrahim'in annesi Kösem Valide Sultan, oğlu İbrahim'in saltanatı sırasında devlet işlerine daha fazla karışmaya başlar.

İbrahim'in ruhsal sıkıntısına çare olmak için ve erkek evlat sahibi olabilmesi için saraya üfürükçüler davet edilir. Hele bunlardan biri vardır ki, İbrahim'in saltanatı sırasında çok ünlenmiştir. Safranbolulu Cinci Hoca lakaplı Hüseyin Efendi'dir. onun üfürmeleri sonucu sultanın günden güne iyileşmesi Cinci Hocanın ününe ün katmıştır. Saraydaki etkinliği o kadar artar ki, artık devlet idaresine bile karışmaya başlar. Rüşvet almak ve medrese hocalıklarını satmak yoluyla epeyce zenginleşir. IV. Mehmet'in cülusunun dağıtımında hazinede para olmadığı için, sadrazam tarafından, kendisinden yardım dahi istenecek bir zenginliği vardı. Cinci Hocanın öldürülmesi ve mal varlığının hazineye devredilmesi sonrasında cülus olarak askere dağıtılan paralar halk arasında uzun süre "Cinci Hoca Akçesi" diye anılmıştır.

Ruhi rahatsızlıkları nedeniyle Sultan İbrahim'e söz geçirmekte zorlanan ve iktidarda etkisiz kaldığını gören Kösem Sultan Topkapı Sarayı'ndan uzaklaşır, ancak devlet işleriyle ilgilenmeye devam eder.

Sadrazam Salih Paşa, İbrahim'in tahammül edilmez bir hal aldığını, devlet işlerinin iyi gitmediğini ve İbrahim'in tahtan indirilerek yerine Mehmed'in çıkarılması lazım geldiğini Kösem Sultan'a gizlice iletir. Sultan İbrahim tarafından bu durumun öğrenilmesi sarazamın sonu olur. Kösem Sultan da Florya'daki İskender Çelebi bahçesine sürülür. Sultan İbrahim daha da ileri giderek, annesini Rodos'a sürdürmek istese de buna engel olunmuştur.

Saraydan uzaklaştırılan Kösem Sultan boş durmaz. Oğlunun bu hareketine karşılık Ocak Ağalarının ve yeteneksiz vezirlerin sebep olduğu yolsuzluklardan oğlu İbrahim'i sorumlu tutup, oğluna karşı propaganda hareketine girişir. Sadrazam Ahmet Paşa'ya "Bu beni ve seni sağ komaz, alem harap oluyor, devlet elden gidiyor bunun hakkından gelelim de şehzadeyi cülus ettirelim." diyerek planını açıklar.sadrazam Ahmet Paşa'nın bu oyuna alet olmaması ile tekrar ümidini Ocak Ağalarına bağlar. Onların da ilk işi sadrazamı azlettirerek, onun yerine kendilerine yakın ve işlerini yaptırabilecekleri birini sadrazamlığa getirmek isterler. Daha sonra padişahı tahttan indirmeyi planlarlar. Halkın sevgisini kazanmış padişaha karşı doğrudan cephe almaya çekinmişlerdir. Çünkü halk Genç Osman'a yapılanları unutmamış ve bundan dolayı da ocağa karşı kin beslemektedir.

Ağalar ve askerler anlaşarak sadrazamın azli ve katli için Şeyhülislam2ın kapısını çalarlar ve fetva isterler. Durumu öğrenen padişah, bir haseki göndererek durumun aslını öğrenmek ister ve askerlerin dağılmasını söyler. Ancak Şeyhülislam haseki vasıtası ile padişaha, sadrazamın teslimi için haber gönderir. Daha da ileri giderek teslim etmezse sonunun iyi olmayacağı konusunda tehditvari konuşur. Bu işbirliği sonucunda sadrazam Mehmet Paşa getirilir. Padişah, Ahmet paşa'yı azlettiğini, yerine Mehmed Paşa'nın geldiğini ancak Ahmet Paşa'ya dokunulmamasını ister. Mehmed Paşa ise bunu ocağın kabul etmeyeceğini ve Ahmet Paşa'nın öldürülmesini ister. Kızan padişah Mehmet Paşa'ya sorumlunun kendisi olduğunu ve herkes dağıldığında bunu hesabını ona soracağını söyler. Mehmet Paşa korkudan evine saklanır ve sadrazam mührünü ocağa teslim eder. Ocak ağaları korkmamasını ve planlarının padişahı tahttan indirmek olduğunu söylerler.

Eski sadrazam can korkusuyla saklanmak ister, ancak tüm kapılar ona kapanır. Sadece birisi kapısını açar, fakat o da ihanet ederek yerini isyancılara söyler. Ahmet Paşa yakalanıp öldürülür ve cesedi çıplak olarak At Meydanında çınar altına bırakılır.

Sultan İbrahim, sarayda 12000 muhafız silahlandırdığını, dağılmazlarsa üzelerine yürüyeceğini isyancılara bildirir. İsyancılar korkar ve çekinir, ama Kösem Sultan onlara destek verir. İsyancılara korkmamalarını ve saray muhafızları komutanı ile işbirliği yaptığını, padişahı tahttan indirmek için saraya gelmelerini söyler. saraya gelen isyancıları Kösem Sultan karşılar ve hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi davranır. Vaziyet hakkında bilgi ister ve Sultan İbrahim'i savunur gibi görünür. Sonunda şeyhülislam'ın da fetvasıyla 7 yaşındaki Mehmed'in cülusune karar verilir. Hal kararı padişaha askerler ve ulema tarafından bildirilir. Hal’ini kabul etmeyen Sultan İbrahim zorla tahttan indirilir ve hapsedilir.

Ruhsal sıkıntısı olan Sultan İbrahim yapılan haksızlıklar yüzünden mahbesinde büsbütün sıkılmıştır. Zindandan farkı olmayan mahbesinde gece gündüz feryat eden Sultan İbrahim’e bu mahbesi dahi çok görülerek, mahbesin kapısı ve pencereleri Kösem Sultan tarafından ördürülerek tam bir mezara çevrilir. Sultan İbrahim’in feryatları saray halkını sabaha kadar uyutmaz. Saray halkı onun bu durumuna gözyaşları döker.

Saltanat makamının 3-5 ocak ağasının elinde oyuncak olduğunu düşünen halk, saray ağaları ve askerin bir kısmı; bu olaya sebep olan Kösem Sultan, Ocak Ağaları ve ulema aleyhinde kin beslemeye başlarlar. Sultan İbrahim’e tekrar tahta çıkarılma fikri seslendirilir. Bu durum Sultan İbrahim’i tahttan indiren işbirlikçileri korkutur ve kendilerinin yaşaması için Sultan İbrahim’in öldürülmesinin şart olduğu kararlaştırılır.

Kösem Sultan ile işbirliği yapan Sadrazam Sofu Mehmed, Şeyhülislam Abdürrahim ve yandaşları Sultan İbrahim’in katledilmesi için saraya gelir. Saray halkı cinayete seyirci olmak istemeyip kaçışır. Hatta Sultan İbrahim’i katledecek olan Cellad Kara Ali dahi kaçmış, ancak yakalanarak sadrazam tarafından dövülmüş, Sultan İbrahim’in hapsedildiği yere kadar da sürüklenerek götürülmüştür.

Elinde Kuran-ı Kerim ile isyancıları karşılayan Sultan İbrahim, Şeyhülislama “Bak a Abdürrahim, Yusuf Paşa senin için bana ‘Dinsiz, imansız, fitnekar bir heriftir; sağ bırakma’ demişti. Seni öldürmedim, çünkü Allah’tan korktum, meğer sen beni öldürecekmişsin. İşte Kitabullah, beni ne hükümle öldürürsünüz, zalimler?” diye bağırdı. Ve sultan oracıkta canice öldürüldü.

Sultan İbrahim’in öldürülmesi büyük üzüntüye sebep olur. Çünkü halk dertlerini dinleyen, türbelere giden, şeyhlerle sık sık görüşen padişahını sevmektedir. Ve şairler, katledilen Sultanın dili olur. Tarihçi Solakzade Hemdemi,
“Nasip oldu şahadet, akıbet ol şah-ı mazluma
Ne çare bu imiş hod ta ezel takdir-i yezdani”
Beytiyle Sultan İbrahim’in inden duyduğu üzüntüyü dile getirmiştir.

Sultan İbrahim’i tahttan indirip, onu katledenler, bu olayı meşru göstermek için onu “Deli” olarak damgalamışlar ve kadın düşkünü olarak göstermeye çalışmışlardır.

Sultan İbrahim tahta çıktığında sarayın yiyici takımını dağıtmış, etrafındakilerin fazla servet edinmesine mani olmuştur. Halk arasındaki bir gezintisinde, fırın önünde ekmek kuyruğu bekleyenleri görünce, bu duruma razı olmamış ve sadrazamdan bu durumu çözmesini emretmiştir. Sultan İbrahim bazı hatlarında reayanın sıkıntılarından duyduğu ızdırabı ve bazen sabahlara kadar uyuyamadığını dile getirmiştir.

Kösem Sultan, Sultan İbrahim2in tahttan indirilmesi ve yerine Mehmet’in getirilmesinden sonra, adet üzere eski saraya taşınması gerekirken, IV. Mehmed’in annesi Turhan Sultan gençliğini ve tecrübesizliğini bahane ederek yeni sarayda kalmaya devam etmişti. İktidar hırsı her geçen gün artan Kösem Sultan, 7 yaşındaki IV. Mehmed’in tahta çıkmasıyla bu defa padişahın annesi Valide Turhan Sultan ile mücadele edecektir.

IV. Mehmed’in ilk yıllarında eski gücüne kavuşan Kösem Sultan “Valide-i Muazzama” diye hürmet görmüştür. Yeniçeri ocağından aldığı destek ile hükümdar gibi saltanat sürmüştür.

Ancak Turhan Sultan, valide sultanlık sırasının kendisine geldiğini, Büyük Validenin artık kenara çekilmesi gerektiğini düşünür ve yavaş yavaş devlet işlerine karışmaya başlar. Böylece Valide Sultan ile Büyük Valide Sultan karşı karşıya gelir. Rı arasında dahi bu iki kadın yüzünden iki cephe oluşur. İki cephe arasında zıtlaşmalar ve kavgalar saray içinde huzursuzluğu artırır. Hatta bu çatışma ortamında devlet işlerine yeterli derecede önem verilmemiş ve Anadolu’da yer yer isyanlar çıkmıştır.

Sadrazam Siyavuş Paşa ile ocak ağalarının arası da açıktır. Bu ortamda hem ocak ağaları hem de sarayda can korkusuna düşen Kösem Sultan, işi kökünden halletmeye karar verirler. Turhan Sultan’dan kurtulmak için IV. Mehmed’i tahttan indirerek yerine Süleyman’ı çıkarmayı düşünürler. Çünkü Süleyman’ın annesi Dilaşub Sultan, kendisine karşı koyabilecek bir kişilikte ve güçte değildir.

Ve plan hazırlanır. Kösem Sultan gece sarayın kapılarını açık bıraktıracak, Yeniçeri ağaları adamlarıyla birlikte içeri girecek Süleyman’ı tahta çıkaracaklardır. Turhan Sultan ve adamlarını alıp götürecekler, IV. Mehmed’i de zehirli şerbet ile zehirleyeceklerdir. Ancak Yeniçeri Ağaları ve Kösem Sultan tarafından hazırlanan bu plan Turhan Sultan ve padişah tarafından öğrenilir. Planın ortaya çıkması üzerine Turhan Sultan, derhal harekete geçer ve adamları tarafından Kösem Sultan’ın öldürülmesi için hazırlık yapılır. Kösem Sultan odasında yandaşları Yeniçeri ağalarını beklerken kapıda Turhan Sultan’ın adamlarını görür, can havliyle kaçmaya çalışır ancak son çırpınışlar fayda etmez. Zülüflü baltacılardan Küçük Mehmed celladı olur ve Kösem Sultan’ı oracıkta boğar.

Osmanlı Devleti’nde birçok padişahtan daha çok iktidar sürmüş olan Kösem Sultan, eşi I. Ahmed’in türbesine gömülmüştür.

Harem Sultanları...

Safiye SULTAN

Safiye Sultan asıl adıyla Sofia Baffo 1530'ların sonunda Venedik'te dünyaya geldi. O da Korsanlar tarafından kaçırılıp Osmanlıya getirildi. 10.Kasım.1605'te vefat etmiştir. III. Mehmed'in annesi Valide Sultan ve III. Murat'ın eşidir.

Safiye Sultan Osmanlı İmparatorluğu'nun en parlak döneminde Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan'ın torunu, II. Selim ile Nurbanu Sultan'ın torunu oğlu veliaht Murat ile yaşadığı fırtınalı aşkla adını duyurmuş bir kadındır.

Çok zengin bir ailenin tek çocuğu olan safiye Sultan (babası bir vali idi) dönemine göre oldukça iyi koşullarda bir eğitim aldı. Henüz 14 yaşında iken Akdeniz'de gemiyle yapılan bir seyahat sırasında Osmanlı Korsanları tarafından kaçırıldı. Bir yıl sonra ise kendisini istanbul'da bir köle pazarında bulan genç Sofia'nın güzelliği Osmanlı imparator'u Sarı Selim'in karısı ve veliaht III. Murat'ın annesi Nurbanu Sultan'ın kulağına kadar geldi. Manisa sancağındaki genç veliaht Murat'ın kendisini afyon ve esrara vermiş devlet meselelerinden uzak pasif karakteri annesi Nurbanu'yu düşündürmekteydi. Nurbanu Sultan, Sofia'yı görür görmez onun oğlu için aradığı kız olduğuna karar verdi ve bir servet ödeyerek kızı satın aldı. İki yıl süreyle haremde eğitim gören Sofia'nın adı Safiye olarak değiştirildi. 17 yaşında III. Murat'a sunulan Safiye, beline kadar uzanan sarı saçları, iri gözleri ve uzun boyuyla, beyaz teni ve yürüyüşüyle Murat'ı kendisine aşık etti. Hemen ardından Osmanlı İmparatorluğ'nun gelecekteki padişahı III. Mehmed'i doğurarak saraydaki yerini sağlamlaştırdı. Sakindi ama gizliden Nurbanu'ya karşı planlarda kuruyordu. Güç onun istediği tek şeydi ve ona aşık olan Murat bunu ona en iyi sağlayacak kişiydi.

III. Murat tahta geçince baş kadın oldu. Büyüleğici güzelliği yanında parlak zekası sayesinde büyük bir nüfuz sahibi oldu. Özellikle kayınvalidesi Nurbanu Sultan'ın ölümünden sonra Osmanlı Devleti'ni kapı arkasından yönetti ve istediği her kararı aldıttı. Kayınvalidesinin Venedik yanlısı siyasetini devam ettirdi. İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth dahil birçok yabancı liderlerle haberleşti. Kocası öldüğünde oğlu III. Mehmed valisi olduğu Manisa'dan İstanbul'a gelene kadar kocasının ölümünü gizli tuttu. 1599 yılında Kraliçe I. Elizabeth'in Safiye Sultan'a süslü bir at arabası ve oğlu III. Mehmed'e de bir org hediye ettiği bilinmektedir. Oğlu III. Mehmed ölünce torunu I. Ahmet onu eski saraya gönderdi. 2 yıl sonra 1605 yılında öldü. Cenazesi İstanbul Ayasofya Camii'nde III. Murat türbesinde gömüldü.